Elindekilerini arkadaşları ile paylaşmaktan zevk alırdı. Cep harçlıklarını sürekli sigara içtiği için harçlığı kesilen ayağı sakat arkadaşı ile paylaşırdı. Başka bir-iki kişi gibi ben de ilk araba sürmeyi Cengiz’den ögrenmiştim. Besim amca iş yerine gittikten sonra Cengiz’in yedek anahtarı sayesinden babasının arabasını alıp Batı Raman dağına gider sürüş yapardık. Babası fark etmesin diye de aldığımız benzini eski derecesine kadar harcar yine park yerine koyardık. Sonradan öğerendik ki Besim amca yaptığımız bu işi ilk günden fark etmis. Meğer arabayı park ettiğinde sürekli kilometresine bakarmış...
Yine bir gün babası cami de mevlüt vermek için arabanın bagajını bisküvi ve lokum doldurup gelmişti. O bu malzemenin büyük bir kısmını alıp camiye gidince çam ormanı tarafından gizlice yanaşıp polis karakolunun dibinden arabayı alıp dört kişi o tüm malzemeyi eğlenceli hava da karnımız ağrıyıncaya kadar tıkabasa yemiştik. Tabi bu rahat davranışımız sebebi babasının oğluna karşı merhamet ve sevgisiydi.
O annesinin de bir tanesiydi. Abisi yerine annesinin gözdesi hep Cengiz’di. O annesinin en büyük sırdaşıydı. Her görüştüğümüzde kendine yeni iş dalları seçen Cengiz’in son kararı Tır şöförü olmaktı. Çünkü annesi ile yaptığı son sohbette, annesine Irak ve Suriye’den kaçak hediyelikler getirmek için şöför olmaya karar vermişti.
Mahallenin sevimli yaramaz gençlerindendi de Cengiz. Bazı geceler bir-iki arkadaşı ile bir araya gelir, yolun ortasına ucuna siyah ince bir ip bağladıkları parayı bırakıp yoldan geçen birilerinin onu almak istediğinde çekiştirirlerdi. Bu oyun da paranın peşinden koşturup da oyuna geldiğini anlayan bir amcanın kızması ile biterdi. Yine akşamları çalıların arkasına saklanıp camiden geçen cemaatten yanlız olanlarını köpek sesi yaparak korkuturlardı. Onun bu şakalarına hiç kimse kızmazdı. Çünkü onu tanıyordu mahalleli amcalar ve teyzeler. Onun dürüst ve saygılı kişiliği kendini çok sevdirmişti.
Bu temiz ama şakacı kişiliği ile mahallenin sevilen delikanlısında her gün gelişmeler/degişiklikler olmaya başlamıştı. Artık siyasi konulardan konuşmaya başlamıştı. Askerliği sorguluyor, Iran devriminden bahsediyordu. Israil karşısında mücadele veren islami cemaat’ı takip ediyordu. Magazin programları yerine haber programlarını takip ediyordu. Dönemin en cok izleyici toplayan 32. Gün isimli haber programını kaçırmıyor, aksamları Iran’ın türkçe yayınlarında Selahaddin Eş’i zevkle dinliyordu. Elinde bana göstermek istemediği kitaplar oluyordu. Aşırı hızlı ve fazla kitap okuyordu. Benim tepkimi ölçemediği için olacak, bu değişimini benden gizlemeye çalışıyordu. Ki düşündüğü gibi de olmuştu. Konuyu ilk bana açıp da sistemi sorguladığında saatler/günler süren tartışmayı da başlatmış oldu. Insan eğitildiği aile yuvasından, okudugu okuldan kendisine verilen eğitimin etkisinden kolay kolay kurtulamıyor. Cengiz ile uzun süren ve bazen sertleşen tartışmaların akşamı sabahlara kadar konuştuklarımızı tartışıyordum kafamda. Mutlaka o da aynı şeyleri yapıyordu. Çünkü ertesi gün bir araya geldiğimizde önceki günün konusunu tartıştığımızda birbirimizle helalleşip hak verdiğimiz yönlerimizden bahsediyorduk.
Hakka karşı çıkmak akıl karı değildi. Teslim oldum doğrulara. Cengiz ile yıllar sürecek beraberliğimiz bu karar ile pekişmiş oldu.
ÖSS tercih formunu doldururken ikimizin de kazanmamızın kesin olduğu ortak yeri tercih formunun en başına yazdık. Belki daha iyi yerlere gidebilirdik ama bu yollarımızı ayırabilirdi. Sınav sonuçları istediğimiz gibi olmuş, ikimiz de birinci tercihimizi kazanmıştık.
İnsaat halindeki bir binanin sıvalanmış tek odasında öğrencilik yapmaya çalıştık. Tuvaletini aynı zamanda banyo olarak kullandığımız evimizde yokluk içinde okulluluğumuzu sürdürmeye çalışıyorduk. Okul sonrasın da ise birbirinden çok uzak ayrı şehirlede olmamıza rağmen iletişimimizi hiç koparmadık. Ta ki kalleşce olay yaşanıp, koca Cengiz ağır yaralı olduğu halde duvarlar aramıza girinceye kadar…
Yıl 1993, haziran ayıydı. Polis Bursa’nin araba yatağı semtindeki sanayi bölgesinde bulunan bir depoyu kuşattığında içerideki üç kişiden ikisi kaçarken Cengiz Sarıkaya yakalanarak sorguya alındı. Günlerce sürdü işkenceli sorgu. Elektrikli askılardı onu en çok zorlayan. Falakalar, kaba dayaklar ve diğer yöntemlerin tümünü uyguluyorlardı. Cengiz arkadaşlarına zaman kazandırarak onların yer değiştirebilmeleri için polisin ağır işgencelerine günlerce direndi. Polisi her gün „tamam size istediğiniz yerleri verecem“ deyip oyaladı. Onları bir gün Yalova’ya, bir gün Belgrad ormanlarına, bir gün Mudanya’ya götürdü. Kendisi ile hiç bir ilgisi olmayan eylemleri üstlendiği için bilmediği olaylara kişiler ve yerler icad ediyordu. Kendisi ile oynandığını anlayan işkence memurları olmayan sabırlarını yitirmişlerdi. Sonunda sorgu sırasında veya dışarıdaki yer gösterme(!) tatbikatlarından birinde Cengiz’in kafasına vurdukları ağır bir darbe ile ya da onu arabadan atarak sinirlerini yatıştırdılar. Kafasından ağır darbe yiyen o yiğit delikanlı felç olmuştu. Arkadaşlarının kendisine koca adam diye lakap taktıkları koca Cengiz artık sedyede dümdüz yatan ve hiç bir şey hissedemeyen yarı ölü biri olmuştu. Beyin fonksiyonları normal çalışmıyordu. Kısacası o artık bitkisel hayatta olan birisi idi. 80 yıldır genç, ihtiyar, kadın ve erkek demeden katleden zalim sistemin yeni ama malesef son olmayan bir kurbanı olmuştu Cengiz. Bir gencin daha hayatını karartan karanlık yaratıklar için çok da mühim bir mesele değildi bu yaşadıkları. Ellerinde yarı ölü durumuna düşen Cengiz’in durumuna kılıfı da uydurmuşlardı.
“Cengiz araçtan atlayıp kaçmak isterken kafasını çarpıştı”. Yalan, iftira, işkence, adam kaçırma ve yargısız infaz hayatlarının bir parcasıydı bu karanlık katillerin. Savcı tarafından ifadesi dahi alınmayan Cengiz o bitkisel hayattaki hali ile getirilip Bayrampasa cezaevinin revirine terk edildi. Aslında onlar da Cengiz’in yaşamasından umut kesmişlerdi. Onu revirde bulan arkadaşları onu hemen kendi koğuşlarına aldılar. Artık onlar Cengiz’e bir anne bir baba olmuşlardı. Altını değişitirdiler, banyosunu yaptırdılar. Belki zihni yeniden açılır diye onunla geçmişi konuştular, anlamadığı ve belki duymadığı halde. Bayrampasa Cezaevinin şartlarında vucüduna her gün masaj yaptılar, bacak ve kollarını oynatabilmesi için fizik terapi uyguladılar. Kimisi ise onun pisikoloğu olmuştu, her gün onunla saatlerce konuşuyordu. Kimisi onun fizik doktoru olmuştu, her gün onun sporunu yapıp-yapmadığını kontrol ediyordu.
Cengiz tutuklanalı yıllar geçmişti ama hala mahkemede ifadesini dahi alınamadığı halde onu hala serbest bırakmıyorlardı. Cezaevinin o ağır şartlarında Cengiz arkadasları ile defalarca barikatlar kurdu, jandarma ile çatıştı. Cezaevine girince direniş bitmiyordu. Hak arama savaşı burada da devam ediyordu. Tahta kaşık yerine metal kaşık alabilmek icin ya da ziyaretcilerinizce getirilen hediyenizi sağ- sağlim alabilmek için veya havalandırmaya çıkmak için kavga etmeniz gerekiyordu. Cezaevleri sizi islah etmek için değil, sizi kişiliksizleştirmek için inşa edilir bu ülkede. Eğer boyun eğerseniz köşenizde sakin sakin oturursanız sorun yok. Arada hakaret küfür, tekme veya bir tokat yemeğe ya da temizlikçi olarak ya da amele olarak kullanılmaya sesinizi çıkarmıyorsanız belki az sorunla çıkarsınız. Yok ama eğer ben de insanım derseniz, işte o zaman sözünüzün arkasında durmalısınız, aksi halde sizi ezmek için vardır devletin görevlileri orada. Ya hakkınız için kavga edersiniz, ya da hakkınız yoktur, olanlar da lütuftur.
Koca Cengiz yıllar sonra iyileşmiş ama yarım bir insan olmuştu. Vücudunun sağ tarafı tutmuyor, konuştukları zorla anlaşılıyor ve davranışlarında ölçülülük yoktu. Cengiz artık bir çocuk gibiydi, hatta küçücük bir sakat çocuk. Artık ağırlaşan dili ile neşeli şarkılar söyleyemiyordu. Hareketsizlikten dolayı vücudu aşırı kilolanmıştı. Elindeki bastonu ile yaşlı bir insan gibi olan Cengiz’in vücudu kısa bir yolu dahi nice sıkıntılar ile yürüyebiliyordu.
Mahkeme günü kendisine müebbet hapis kararını açıklayan elleri kuruyası hakime “Unutmayın hakim bey yukarıda da ALLAH ’ın mahkemesi var” diyordu. O asıl mahkemenin kurulacağı güne iman etmişti. Insanların mahkemesi onu korkutmuyordu. Çocuklaşan aklı onun bu inancına hiç bir zarar verememişti.
O utangaç, bir o kadar yakışıklı selvi boylu Cengiz polis kuşatması öncesi artık evlenmek istiyordu. O kızların kendisini uzaktan birbirlerine gösterdikleri delikanlı evlenerek kendi ailesini kurmayı hayal ediyordu. O da kendi evinin eri olmak kendi çocukları ile oynamak istiyordu. O çocukların en sevgili oyun arkadaşıydı. Dost ve arkadaşlarını ziyarete gidince buna en çok evin çocukları sevinirdi. Cengiz amcaları onlarla oynar, koşar zıplardı. Ama o kahrolası darbe onun hayatını karartı, tüm hayallerini yıktı. Artık kendisinin geçindireceği bir evi, ellerini saçlarında gezdirebileceği bir eşi, koşup yarışmalar yapacağı şirin yavruları olmayacaktı. Onun için duygusuz, vijdansız ve ahlaksız hakimin kararı onu sarsmamıştı. O zaten yıllar önce gözlem altında yediği darbe ile sarsılacağı kadar sarsılmıştı. Onu bekleyen henüz uzun bir hayat vardı karşısında. O polis tarafından yakalandığında henüz 23 yaşındaydı. Kendisine verilen ceza ise bir ömür boyuydu. Vucüduna indirilen darbe ile zaten bir ömür boyu sakat kalacak Cengiz’e bir de bir ömür boyu cezaevinde kalma cezası verilmişti. Acaba suçu neydi, ki bu kadar büyük cezalara çarptırılıyordu? Hepimiz biliyoruz ki bu ülkede nice toplu katliamlar yapanlar 7-8 seneyi bulmadan sokaklara dönerlerken, Cengiz’in suçu ne idi? Bu ülkenin başbakanını asanlar parti baskanlığı yapıyorken Cengiz ne yapmıştı? Aslında Cengiz öyle iktidar sahiplerini sarsacak bir eylemliliklerde bulunduğu için falan almadı bu cezayı. Onun yaptığı eylemlerin arkasında İslami kimlik vardı. Asıl cezalandırılan onun bu kimliğiydi. Onun şahsında bu inancı bu davayı güdenlere bir göz dağı verilmek isteniyordu. Kahrolası elleri ve dilleri ile koca Cengiz’i yarım insan ettiler. Sevgiyi ve merhameti yüreklerinde taşımayanların verdikleri bu ceza Cengiz için ağırdı elbette eğer Rabbine olan imanı olmasaydı. O inanç onu ayakta tutu, o inanç onu yeniden ayağa kaldırdı ve o inanç ona yeniden yaşama azmi kazandırdı.
Ve 10 yıl sonra Cengiz cumhura başkanlık ettiği iddiasındaki zat tarafından serbest bırakıldı. Bu merhamet gösterisindeki zat Cengiz’den özür dilemesi gerekirken onu görmeden önüne getirilen evrakları imzalayarak yaptı bu işi.
Cengiz artık serbestti. Ilk olarak anne ve babasının evine gitti. Evde artık annesi yoktu, selvi boylu oğlunun sedyelerde taşınan bir muhtaç haline dönüşmesini kaldıramamıştı ana yüreği. Önce şekeri yükseldi ve vefaatınden önceki son 2 yılını kör geçirdi. Sonunda yüreği de taşıyamayınca bunca acıyı, Hakkın rahmetine yürüdü. Annesi yoktu Cengiz’in artık ama babasının bedeni de oğlunun yaşadıklarını ve eşini kaybetmenin ağırlığını taşıyamamıştı. Besim amca da bu kadar acıyı kaldıramadı ve vücudunun bir tarafı felç oldu. O da vucüdunun yarısı tamamen felç olduğu için artık yürümek icin değneğe ihtiyaç duyuyordu. Evde artık felçli Cengiz, felçli babası ve hayata küsmüş bir abisi vardı.
Serin bir bahar günü memleketinden çıkmıştı, soğuk bir kış günü döndü. Selvi boylu delikanlıydı ayrıldığında, 110 kiloluk bastonlu bir felçliydi geri geldiginde. Ayrıldığında nice dostları vardı şehrinde, geri geldiğinde onların pek azı bu şehirde yaşıyordu ve onu arayıp soranlar da pek azdı.
Cengiz ilk olarak gezmeye memleketinin çocukluk anıları ile dolu caddlerinden, park ve bahçelerinden başladı. Ayaklarını sürüye sürüye, çekiştire çekiştire gezebiliyordu. Her kaldırıma çıkmak bir sorun oluyordu. Ama umurunda değildi. Önemli olan eski havayı teneffüs etmekti. Onu yudumlamak ve eski dostları görüp sarılmak istiyordu. Dün sokaklarında koşturduğu memleketinde 34 yaşındaki Cengiz ancak ayaklarını sürerek geziyordu. Dostları, onları bulmalı onlar ile paylaşmalıydı duygularını. Onlar Cengiz’i değil, Cengiz onları buldu. Her biri birer eş, çocuk ve iş sahibi olmuşlardı. Onu eskiden tanıyanlar onun bu halini görünce kendilerini ağlamaktan alıkoymadılar. Onu bu hale getirenlere her türlü bedduayı okudular. Kimi hemen yardım etmek istedi, kendini buna görevli hissetti. Kimi de onlara bir yük olmasından korktu. Sanki Cengiz onlardan bir şey istemişcesine. Onun hayalleri bu dünyada kalmamıştı. O yasadıklarının karşılığını fazlası ile Ahirette almayı umut ediyordu. Ama onun hayallerini yıkanları yakalasaydı aslında o da onların hayallerini yerle bir edecekti. Ama o bu işi ALLAH ’a havale etmişti. Gerçi bunca insanın bedduasını alanlar asla rahat yüzü göremiyeceklerdir.
Cengizler bir-iki kere telefon ile aranarak ya da iki kere ziyaret edilerek anılmazlar. Öyle yardım da edinilmiş olunmazlar. Yakınlarına ve akrabalarına yardıma koşan veya bavullar dolusu hediyeler taşırken bir küçücük hediyeyi de Cengiz’e yollamak akıllarına gelmeyenler değerlerine sahip çıkmayanlar olarak anılacaklardır.
Rabbine inanmıştı Cengiz. Başına gelenlere sabretmek düşüyordu ona Hz. Eyyub gibi, Yusuf’un zindanda dayandığı gibi. Acılarını ve sorunlarını hep O’na olan güveni ile aşmıştı.
Selam olsun sana Cengiz. Rabbimin merhameti meltem olsun da üzerinden eksik olmasın. Rabbim Hz. Eyyub’a yeniden gençliğini geri iade ettiği gibi sana da iade etsin. Seni kıyamet günü çektiğin acılarından dolayı rahmetiyle yarlığasın.
Fahrettin Şendur[/b][/color]