Dr. Ali Şeriati’nin ilk eseri Ebu Zer Gıffar-i ile ilgili tercümesidir. O Arap bir yazar olan Cudet us-Sehhar’ın kaleme aldığı bu kitabı babasının tavsiyesi üzerine tercüme etti. Bu kitabın ilk baskısı Şeriati daha yirmi iki yaşında iken yapıldı. O günlerde Ali Şeriati’nin hiçbir unvanı ve sosyal bir aktivitesi yoktu. Gencecik birisiydi. Babasının alakası üzerine bu kitabı tercüme etmişti. Bu kitabın basılıp yayınlanmasıyla birlikte Şeriati de kendisini halkın arasına attı. Çünkü bu kitaptan etkilenen ilk kişi kendisi idi.
Ali Şeriati Ebu Zer’i islamın kendisinde şekillendiği kişi olarak kabul ediyordu. Ebu Zer Şeriati için ömrünün sonuna kadar Ebu Zer olarak kaldı. Mevlana’nın değimiyle “Mihr-i Evvel” onun kalbinden hiçbir zaman çıkmadı. Ona göre Ebu Zer islama göre zamanın gerekliliklerini ortaya koyan kişiydi. Şeriati Ebu Zerce olmayan hiçbir islami açıklamayı, Ebu Zer’in içerisinde yer almadığı hiçbir islami anlayışı kabul etmezdi. O islama Ebu Zer’in penceresinden bakıyordu ve hiçbir zaman bu pencereye gözlerini kapamadı.
Abdulkerim Suruş, Ferbeter ez İdeoloji, Ferheng-i Sırat yay. 3. Baskı,Tahran. H. Ş. 1370./ M.1991, s.98
………………..
Abdulkerim Suruş-2
Seriati’nin İslama bakış noktası ve onu cezb eden dönemi, islamın ilk kuruluş yıllarıdır.
Onu tesis etmek ve sağlamlaştırmak için uğrunda savaştıkları islam. O dönemin insanları rüzgar ve fırtınadan etkilenmeyecek bir islam binası kurmaya çalışıyorlardı. Bu dönemin insanları ile islamın kuruluş döneminden sonraki istikrar döneminin insanları arasında teori ve pratikte farklılıklar söz konusuydu.
Mesela, Ebu Ali Sina (İbn-i Sina) islamın istikrar dönemine ait bir şahsiyettir. Yani, hicri dördüncü asırda yaşayan bir kişi. İslam medeniyetinin zirveye ulaştığı, müslümanların bir çok problemi geride bıraktıkları, kitaplar yazdıkları,savaşlarla güçlerini düşmanlarına isbat ettikleri bir dönemdir istikrar dönemi.
Ebu Zer dönemi ise, İslamın tesis dönemidir. Bu dönem öyle bir dönemdi ki, eğer fedakarlık,hicret ve Ebu Zer gibilerinin samimiyetle işkencelere tahammül etmeleri olmasaydı islam baki olmazdı.
Abdulkerim Suruş, Ferbeter ez İdeoloji, Ferheng-i Sırat yay. 3. Baskı,Tahran. H. Ş. 1370./ M.1991, s.111
………………..
Bir İftar Yemeğinde
Hicazi anlatıyor;
Şahın askerleri tarafından şehit edilmiş bir kişinin, Tahran’daki evinde, ailesi tarafından bir iftar yemeği daveti verilmişti. Düşünür ve yazar çevresinden bazı kişiler de oradaydı.Onlardan bazıları Dr.Şeriati’yi hesaba çekmeye başladılar. Dr.Şeriati’ye;
-Sen nasıl bir sosyologsun ki; kendi toplumunu bile yeteri kadar tanımıyorsun. Biraz yavaş ol! Bu kadar hızlı olma! Hali hazırda hazır bir toplum mevcut değil! Dediler.
Dr.Şeriati kendini tutamadı ve bir anda göz yaşları dökülmeye başladı. Kendinden emin, istikamet üzere bir kişi edasıyla, ağlayarak;
-Zaman geçip gidiyor. Gençler hareketsiz bir vaziyette oturuyorlar. Bozuk ideolojiler gençlerimizin inanç ve itikatlarını talan ediyorlar. Şu an hayatta iken, bırakında bir şeyler yapayım. Dedi.
Şaban Ali Lamui’, Hikayethay-i ez Zindigiy-i Doktor Şeriati, Kalem yay. Tahran, H. Ş. 1377./ M.1998, s.310
………………..
Çölde Ayağa Kalktı
Muhammet Ahmed-i Dr. Ali Şeriati için şöyle diyor:
“O kevir (çöl)’de ayağa kalktı ve bir çöl insanı gibi yaşadı. Çöldeki ağaçlar kadar susuzdu, buna rağmen o yıkılmadı. Fikri temellerini Kur’an’ın ayetleri üzerine inşa etti. Hz.Ali ile nasıl yaşanması gerektiğini, Hz.Hüseyin ile nasıl ölüneceğini, Hz.Ebu Zer ile nasıl feryat edileceğini kendine şiar edindi ve sözleri tarih boyunca süre gelen mustaz’afların dert ve feryatlarıydı.
Şaban Ali Lamui’, Hikayethay-i ez Zindigiy-i Doktor Şeriati, Kalem yay. Tahran, H. Ş. 1377./ M.1998, c.1, s.218
………………..
Dudaklarındaki Tebesüssüm
Hüccetül İslam Muhammed Müctehid Şebesteri anlatıyor;
“Bizim tarihimizde müceddidler hiç de az değildir. Fakat o kendine has öyle bir yol tercih etti ki, o bu özelliğiyle örnek bir şahsiyet olmuştur. Bu sebeple onun anısını canlı tutmamız gerekmektedir.
Ben onun cesedini İngiltere’de gördüm. Cesedini Suriye’ye götürmek için bir tabuta koymuşlardı. Onda öylesine bir sakinlik ve dudaklarında öylesine bir tebessüm vardı ki, asla gözlerimin önünden gitmiyor.
Onu öyle sakin bir vaziyette görünce kendi kendime: “Konuşmalarıyla insanları harekete geçiren, inkılap ateşiyle yanıp tutuşan, hareketli ve çalışkan o Şeriati, bu gördüğüm kişi miydi?”
Evet... Bu tabutta sakin ve tebessüm eden kişi o idi.
Şaban Ali Lamui’, Hikayethay-i ez Zindigiy-i Doktor Şeriati, Kalem yay. Tahran, H. Ş. 1377./ M.1998, s.359
………………..
Hanif Necad İçin Göz Yaşı
Mühendis Mir Hüseyin Musevi anlatıyor.
Dr.Şeriati ile ilgili hatıralarım o kadar çok ki, birini diğerinden ayırmakta güçlük çekiyorum. Hiçbir zaman hatırımdan çıkmayan bir anımı anlatmak istiyorum.
Arkadaşlarla birlikte faaliyete geçirdiğimiz bir büromuz vardı. Hanif Necad’ın şehadeti münasebetiyle bu büroda bir program düzenlemiştik. Program esnasında kapı çalındı. Biraz şaşkın, biraz çekingen bir halde bir birimize baktık. Gelenler SAVAK memurları olabilirdi. Endişeli bir halde kapıyı açtık ki, gelen kişi Dr.Ali Şeriati idi.
İçeri girdi, selam verdi ve hiçbir şey konuşmadan bir süre sessiz bir halde oturdu. Bizler de sessiz bir şekilde oturuyorduk ki, Şeriati kendini tutamayarak hıçkıra-hıçkıra ağlamaya başladı. Yarım saat veya bir saate yakın bir süre göz yaşı döktü. Sonra ayağa kalktı ve yine hiçbir şey söylemeden büroyu terk edip gitti. Ben o ana kadar onun ağladığına hiç şahit olmamıştım. Büro onun için sanki bir kuyu idi. Kimseden habersiz bir şekilde geldi ve derdini o kuyuya boşaltıp gitti.
ALLAH onun ruhunu şad etsin. Çünkü o, samimi bir kul ve inkılapçı gençliğin cesur öğretmeniydi.
Şaban Ali Lamui’, Hikayethay-i ez Zindigiy-i Doktor Şeriati, Kalem yay. Tahran, H. Ş. 1377./ M.1998, s.325
………………..
Kültürel Bir Gerilla
Dr.Rıza Reistusi anlatıyor:
O, üstü kapalı kültürel bir gerillaydı. Ateşli konuşmalarıyla, Şah’lık rejiminin ideolojik meşruluğunu, geniş bir çerçevede ele alarak, aydın bir yorum ve araştırmacı bir şiveyle soru altında bırakıyordu.
O; şehadet, cihat, imamet gibi kavramları gün yüzüne çıkardı ve yorumladı. İslam’ın inkılapçı çehrelerinden; Ebuzer’i, Selman’ı, Ammar’ı ve Bilal’ı bizlere tanıttı. Şia’nın rehberiyet anlayışını, Ali’yi, Hüseyin’i, Fatıma’yı, İmam Seccad’ı, Zeynep’i... derinlemesine incelemek suretiyle, İslam’ın inkılapçı hattını, olağan üstü bir güzellikle, gençlerimizin önüne serdi.
Dr.Şeriati’nin sloganı şuydu:
“Şehit olanlar Hüseyin’ce bir iş yaptılar. Kalanlar ise Zeynep’çe bir iş yapmalıdırlar. Bu ikisinin dışında kalanlar Yezit’tirler.”
Bu slogan o günlerde tüm gençliğin sloganı olmuştu.
Şaban Ali Lamui’, Hikayethay-i ez Zindigiy-i Doktor Şeriati, Kalem yay. Tahran, H. Ş. 1377./ M.1998, s.315
………………..
Mantık Karşısında Tevazu
Salih Necef Abadi anlatıyor:
1971 yazıydı. Dr.Şeriati’nin Hüseyniye-i İrşad’da verdiği konferansa katılmıştım. Konferansın bitiminde onun bilgin babası Üstad Taki Şeriati’nin evine gittim. Dr.Şeriati de bizimle birlikte gelmişti. Dr.Şeriati ile bir araya gelmekten son derece mutlu olmuştum.
Dr.Şeriati’ye;
-Ben sizin İmam Hüseyin’le ilgili anlattığınız bazı şeyleri sizinle konuşmak üzere not ettim. Dedim.
O:
-Bu notları dinlemek isterim. Dedi.
Notlarımı aktarmaya başladım. Her bir konuyla ilgili açıklamada bulunuyordum. Bu esnada Dr.Şeriati ve babası yan yana oturmuşlar, benim söylediklerimi dinliyorlardı. Şu nokta çok ilginçti; Dr.Şeriati konuşmam süresince bir cümleme dahi itiraz etmiyor, şurada yanlışın var demiyordu. Sadece benim sözlerime kulak veriyor, böyle bir ortamın varlığından memnun olduğunu belli ediyordu. Sohbetimiz bittiğinde sabah ezanı vakti yanaşmıştı. Doktor evine gitmek üzereydi. Bana bir seccade getirdi ve;
-Siz sabah namazınızı kılınız ve istirahat ediniz.Hoşça kalın.
Dedi ve evden çıkarken;
-Benim sizden bir ricam olacak... Ele aldığımız konuların daha bir olgunlaşması için benim yazılarımı ve konferanslarımı eleştirmeye devam ediniz. Dedi.
Ben de;
-Elimden geldiğince bunu yerine getireceğim. Dedim.
Dr.Şeriati teşekkür etti ve bizden ayrıldı. Daha sonra onu bir daha göremedim. Onun vefat ettiği haberini aldığımda çok üzülmüştüm.
Benim, Dr.Şeriati’de var olan, dikkatimi çeken özelliği; onun bilgi dostu olması ve mantıki deliller karşısında tevazu ve alçak gönüllülükle boyun eğişiydi. O “bilmenin ve hakikatı bulmanın” aşığı idi. Ben onun sözlerini eleştirirken rahatsız olması bir yana hatta mutlu oluyordu.
Şaban Ali Lamui’, Hikayethay-i ez Zindigiy-i Doktor Şeriati, Kalem yay. Tahran, H. Ş. 1377./ M.1998.
S.322
………………..
Meşhed Üniversitesinin Atmosferi
İyreç Sağiri anlatıyor:
1970 yılında Meşhed Firdevsi Üniversitesinde öğrenci idim.Üniversitedeki öğrencilerden biri bana;
-Medeniyetler Tarihi bölümüne Dr.Ali Şeriati adında biri öğretim görevlisi olarak tayin edildi.Yarın derse gelecek. O bir CIA ajanıdır .Amerika tarafından gönderilmiş ve Şah tarafından görevlendirilmiştir! Dikkatli ol..! Ona inanma, seni aldatmasın. O İran’daki kominizm hareketini yok etmek için görevlendirildi. Dr.Ali Şeriati’nin hedefi, komünist halk inkılabını durdurmaktır. O dini değerleri ön plana çıkartmak suretiyle, zuhur edecek olan Marksist halk devrimini engellemek istiyor. Dedi.
O öğrencinin bana aktardığı bu söylentiler “Çerik-i Feday-i Ha” arasında yayılmış, üniversitede ona karşı direnişe geçme kararı almışlardı.
Ve sınıfımıza, güzel giyimli, hoş tipli bir adam geldi. Çok şakacı ve merhametliydi. İnsanı cezp eden sevecen bir yapısı vardı.
Ben sınıfta Dr.Şeriati’yi, öğrencilerin gözünden düşürmek için kendi kendime karar almıştım. Onun hakkında iyilikle söz eden her öğrenciyle tartışıyordum. Öğrenciler arasında dindar bir arkadaşım vardı. O, bana: “Yanlış yaptığını hiç düşünmüyor musun? Bir konuya karar vermeden önce, insanın kendisinin o konuya şahit olması gerekmez mi? Sen yarın onun sınıfına git ve onu dinle. Eğer beğenmez isen kabullenme.” Dedi.
Daha önceleri, bu öğretmenin, insanları sözleriyle büyüleyerek kendi akidesine çektiğini duymuştum. İnsanın aklını çalıyor, iradesini elinden alıyormuş. Duygusal yollardan insana her istediğini telkin ediyormuş. Sonrada insanın ona teslim olmaktan başka çaresi kalmıyormuş.
Böyle bir adamdan kurtulmanın tek yolu onu sınıfta öğrencilerin karşısında küçük düşürmekti.
Sınıfa, onu tahkir etmek için gitmiştim. Sınıfın en son sırasındaki bir sandalyeyi orta bir yere çekip oturdum. Ona karşı alçakça bir görüntü sergilemek istiyordum. Hatta onu küçük düşürmek için çakkur-çukkur sakız çiğnemeye başladım. Ama o anlattığı dersin konusuna öylesine dalmıştı ki gözü beni görmüyordu. Her şeye rağmen bana bir şey söylemiyordu. Beni muhatap almayarak benim onun nazarında bu şekilde hiçbir değerim olmadığını işaret ediyordu.
Kendiliğinden beni değiştirmeye başladı. Hakikaten iç dünyamda bir deprem oluyordu. Kendimden ve yaptıklarımdan utanarak niçin bu denli yanlış ve hızlı davranmıştım. Bundan sonra Dr.Şeriati’ye yakın olmaya ve bu yanlışımı telafi etmeye çalıştım. Ve böylece gitgide bu adama karşı alakam artmıştı.